Dünyadaki her şeyin bir evrimleşme akışı var. Bilgi, eğitim, bilim, ekonomi, doğa, mevsimler, politika, sosyal gelişim, toplumsal bakış açıları, gelenekler, değerler vs. Bunlardan yüzlerce saymak mümkün. Bunların tam ortasında ise insanların bu dinamik değişimlerine olan reaksiyonu “insanoğlunun evrimleşmesinin” dinamiğini oluşturuyor. Bu bazen sancılı oluyor, bazen çatışmalı, bazen ise farkında bile olmadan…
Yüzyıllar önce de konuşulan ve hala konuşulan bir konuyu anlatmak istiyorum kendi dünyamdan. Yaptığım iş gereği yelpazesi çok geniş bir danışan kitlem var. 5 yaşındaki minik ile ülkenin ilk 50 şirketinden birisinin tüm dinamiğine karar veren yönetici ya da üniversite ile hayata bir tür merhaba diyen gençler. Her profil ve her kişi için hayatın ana dinamiklerini değerler oluşturuyor. Değerler derken neyi kastediyoruz?
Bazılarınızın bildiği gibi 🙂 yeğenim Sosyoloji ve yan dal olarak psikoloji okuyor o yüzden bazı bilgiler en yenilenmiş haliyle onda bulunuyor. Teyze kontenjanından size geliyor. Bundan daha iyi nasıl olur?
Sosyolojik olarak tanımlarsak; Değer, bir sosyal grup veya toplumun kendi varlık, birlik, işleyiş ve devamını sağlamak ve sürdürmek için üyelerinin çoğunluğu tarafından doğru ve gerekli oldukları kabul edilen ortak düşünce, amaç, temel ahlaki ilke ya da inançlardır.
Değerin özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. Toplum ya da bireyler tarafından benimsenen birleştirici olgulardır.
2. Toplumun sosyal ihtiyaçlarını karşıladığına ve bireylerin iyiliği için olduğuna inanılan ölçütlerdir.
3. Sadece bilinci değil, duygu ve heyecanları da ilgilendiren yargılardır.
4. Bireyin bilincinde yer alan ve davranışı yönlendiren güdülerdir.
5. Değer, normu içerir. Değerlerin normlardan farkı, normlardan daha genel ve
soyut bir nitelik taşımasıdır.
Halk dilinde anlatmak istersek; güven, şükran, onur, dürüstlük, teslimiyet ve bunun gibi temel duruşları sayabiliriz. Bunları öğrendiğimiz kaynak ise ebeveynlerimiz. Onların üstünde durduğu değerler bizimde genelde örnek aldığımız ve takip ettiğimiz duruş.
Toplumların bilinç seviyesi ve bireylerin şahsi farkındalık seviyesi ise gerçek olarak seçmek istedikleri değerleri ile eş orantılı olarak gelişiyor ya da değişiyor. Sizin hayatta takılıp kalmanızı sağlayan değer sandığınız şeyleri fark ettiğinizde bunun değer değil bir yaklaşım olduğunu anlamak sizin yol almanızı sağlıyor. Bu noktada ebeveyn ya da kaynak için söylenebilecek tek açıklama var “o zamanın bilinç seviyesine göre aktarabileceği bilgi ya da bakış açısı bununla sınırlı, çünkü ona da böyle aktarılmış”. Genel de bu noktada duyduğum yaklaşım: “annemi affettim, babamı bağışladım şeklinde”. Bu cümlenin benim dünyamdaki cevabı ise şöyle: Ben kimim ki birisini affediyorum? Nasıl bir merciyim ki bir kişinin hakkında karar veriyorum? Bu benim için ego ya da zihni ikna etme ihtiyacı, ya da yapılamayan şey için kişinin kendinin ikna etme yolculuğuna itişi.
En sonunda geleceğimiz bilgi hep aynı. Hangi bilgiye bakarsanız, hangi kadim dünyayı incelerseniz, ne kadar geriye giderseniz gidin bilgi hep aynı. İnsanlık sahip olduğu bilinç ile zamanı yaşamış. Ne öğrenmişse onu aktarmış. Ne bildiyse onun ile yola çıkmış. Aktarma eksikliği hissedilen tek kısım sevgi ve şefkat. Şefkatin altını çizerek iletmek istiyorum. Şefkat ile anlatmak istediğim kalbin büyüklüğü ve şükran duygusunun sonsuzluğu. Yani duygusunu yönetemediğimiz zamanlar ve insanlar için geliştirdiğimiz duygu değil. Bir sebep bulamadığımızda “şefkat göster” eğiliminden bahsetmiyorum. Çok ince bir o kadar da derin bir ayrımı var.
İş hayatımızda, sosyal hayatımızda en altta, bilinçaltımızda hep değerlerimiz bizi bir noktaya götürüyor. Değerlerimiz nedir? Ne değildir? Sorusuna bakmak ise kendimize doğru çıkılan yolun en etkili sorusu. Kendime baktığımda bu yola çıktığımdan beri karşılaştığım ve değiştirdiğim o kadar bilgi var ki. Bir tanesini anlatabilirim. Muhafazakâr bir babaya sahip olmanın getirisi ile namus ve kadın-erkek ilişkisi konusunda “asla” ve “aile onaylamaz” bilgilerimin derinliği tartışılmaz. Bu derinlikle yüzleştiğimde çıkmazlarım çok sertti. Önce bu bilgileri anladım, sonra babamı anladım, gerekçelerine baktım, düşündüklerimi ve hissettiklerimi onun anlayabileceği bir terminoloji ile ona anlattım. Bugün ise aileme “çocuk sahibi olmak için evlenmek zorunda değil kimse” cümlesini “kahvaltıda simit istiyorum” doğallığı ve içselleştirilmiş haliyle söylüyorum. Bu bir yolculuk muydu? Evet. Ama olabiliyormuş. Onun da cevabı beklenen şekliyle “bize de öğretilen buydu” dan ibaret. Sadece “anlaşılamamaktan korkuyorum” duygusunu bir kenara bırakmaya ihtiyaç var.
Yeni bir çağ başladı. Değişim kaçınılmaz. Bilgi ve enerji çok hızlı değişiyor. Nereye doğru yol aldığımızı anlamaya ihtiyaç var. Bu yolda ilerlerken de bize en sağlıklı şekliyle ışık olacak dokumuz değerlerimiz. O yüzden, tüm bu değişen dinamiklere rağmen sizi ve varlığınızı temsil eden ve bırakmak istemeyeceğiniz ve bırakacağınız şeylere sağlıklı bakmak en çok ihtiyacınız. İşte o zaman geriye her baktığınızda olacak tek şey değişime gülümsemek…
Çünkü değişim asla kaçamayacağımız bir süreç… Zaten keyfine varmalıyız. Çünkü ilahi sistemin ana bilgisi de bu yolculuk…