Her düzenin kendi içinde bir formülü var. Denizlerin, doğanın, hayvanların, insanların, olayların, şehirlerin, ülkelerin. Hepsinin oluşumunda binlerce alt dinamik var. Bazen her seferinde değişen bazen ise belli düzeni takip eden akışlar. Çözüm ihtiyacı olan bir olay yaşadığımızda, baktığımız birçok kaynak var. Aileden gelen bilgiler, tecrübeler, toplumun bakış açıları, korkular, kaygılar, endişeler ve onaylanma ihtiyacı olan SONUÇ. Onaylanma ihtiyacı ailemizle beraber oluşan bir kavram. İlk onay beklediğimiz merci. Eğer orada istenen gelişim yok ise hayat boyunca bunun peşinden koşuyoruz, eksikliğini karşımıza çıkan insanlardan talep ederek karşılamaya çalışıyoruz. Çünkü gücümüzü aldığımız yer burası.
Bir süredir cesaret ve kırılganlık ile ilgili kitaplar ve kaynaklar üzerinde dolaşıyorum. Bilmediğimiz bilgiler ya da evreka diyeceğimiz bir şey bulmaktan çok; benim yolculuğumda bunun aşamaları nasıldı, nerelerde çuvalladım, neleri değiştirebildim, neleri değiştirmeye ihtiyaç duymadım gibi.
Bununla ilgili ilk dersim, farkındalığım, hatta ilk tokat diyeceğim an 2014 yılının Mart ayında, Londra’da aldığım Olasılıklar Seçimi sınıfında yaşadığım bir süreçti. Kendi hayatıma baktığımda 20 yaşımdan beri tek başına yaşayan ve tüm hayatını organize eden birisiydim. Eğitim hayatım, iş hayatım, başlayıp biten evliliğim, sosyal hayatım vs… Hem finans hem de duygusal açıdan odağında hep ben vardım. Bana göre cesurdum, bana göre meydan okuyan bir duruşum vardı, bana göre asla pes etmezdim, bana göre her olumsuz süreçten olumlu düşünerek çıkardım, insanlara hep destek olan bir tarafım vardı, destek istemeye ihtiyaç duymazdım çünkü ben GÜÇLÜ bir karakterdim. İnsanlarda, ailemde sürekli bunun altını çizerdi; sen güçlüsün, sen halledersin…
2014 Londra’sına dönelim. Birisi Gary Douglas’a (Access Consciousness Kurucusu) eğitim akışında bir soru sordu. Hayatımda başıma gelen her şeyi kendim çözüyorum ama bir türlü istediğim şeylere ulaşamıyorum. Bunu nasıl başarabilirim? Gary sorduğu sorularla, soruyu soran kişiyi öyle bir yere getirdi ki, ağzından şu cümle çıktı: Ben güçlü değil aslında her şeyi kontrol ile yürütmeye çalışıyorum çünkü incinmekten korkuyorum. Gary: Böyle hissediyorsan bak bakalım gerçekten olduğun yer burası mı? Eğer öyleyse neye ihtiyacın var onu bul. Ama bu bilgi gerçek ise önce içselleşmesine izin ver… Bu fasilitasyonun arkasından karnıma bıçak saplandı, başıma ağrı girdi, bir anda ağlamaya başladım ve ne olduğunu anlamadan hızla ayağa kalkıp tuvalete gittim. Çünkü o gün için kimsenin beni ağlarken görmesi mümkün olabilecek bir durum değildi. Cesaret göstermek ve cesur olmanın bütün temelleri benim için o gün yıkıldı. Sınıf bittiğinde aklımda kalan tek şey; tüm hayatımı neredeyse kontrol üzerine kurmuştum. Bunun arkasına bakmak içinde bu duygunun biraz zaman geçtikten sonra neye dönüşeceğini gözlemlememe ihtiyacı vardı.
Takip eden zaman içerisinde birçok kavramım daha yerle bir oldu. Ama içlerinde benim için en önemli olan cesaret ve cesur olmak duygusuna bakmaktı. Çünkü özgürlük benim için olmazsa olmaz bir kavramdı ve bunun içinde cesaret gerekiyordu KONTROL değil. Başlangıca gidince kontrol, annemde yoğun bir davranış eğilimiydi. Babamı, zorlu bir hayatı ve kendi seçimlerinin sonuçlarını yaşarken ancak bu şekilde mücadele edilebileceğini biliyordu. Bu konuyu önüme aldığımda ilk iş onunla bunu konuşmak istedim. Bu ihtiyacının altındaki bilgileri onun sesinden duymak ve enerjisini görme ihtiyacım vardı. Her sorunun arkasından benzer bilgiler geliyordu; başka türlü nasıl mücadele edileceğini bilememek… Bunun düzenine baktığımda kaygılar, endişeler ve korkular vardı. Benim ise nelerden korktuğum, ne için kaygılandığımın cevabı henüz mevcut değildi.
Annemle yaptığım konuşma bildiklerimi konfirme etmek ve bilmediklerimin cevabını bulmak konusunda bir ışık oldu. Ama benim tarafın çözümü, çözüm için başlaması gereken kaos için neye ihtiyacım var halâ belli değildi. Sonra Brené Brown’un “Kırılganlığın Gücü” isimli Ted konuşmasını izledim ve beklenen kaos geldi. Kâbus gibiydi her şey, duyduklarım, izlenimim vs. Bütün ezberlerim bozuldu. Cesaret için ihtiyacım olan zannettiğim her şeyin tam karşısında olan kavramlara ihtiyacım olduğunu anlatıyordu. Ve bunlara sahip olan insanların bu dünyada en güçlü insanlar olduğunu söylüyordu. Bunları bir süre dönüp dönüp tekrar seyrettim. Kitaplarını alıp okumaya başladım. Arkasından ise Access ile bunları yapabilme yolunu hazırladım kendime. Aldığım bilgiler çok kıymetliydi ama yapamıyordum. Her şeyden önce “duygularımı gösterirsem çevre nasıl karşılar?” duygusuna baktım uzunca bir süre. Neden toplum ve çevre faktörü önemliydi? Nelerle karşılaşma ihtimalim vardı? Daha birçok sorular. Öğretilmişlikler ve yargılar temelde en derin ve en güçlü dinamiklerdi.
Cesaret göstermek, benim için yeni bir kavram değildi; ancak süreç içinde kırılmamak ve incinmemek sonucuna odaklanıyordum. Bunun içinde kontrolü kullanıyordum. Yola çıkışım cesaret, devamı kontrol idi o yüzden gerçek bilgi oluşmuyordu. Kontrol dışına çıkabilme sürecini tabiki Access Bars ve Beden terapileri ile çözdüm. Zaten Access’e aşık olma sebebim bu idi. Her şeyi bilmek ama yapamamak kısmını halledebildiğim tek öğreti. Access bunu kökünden çözüyordu. İkinci aşama ise; sonuca gönüllü olmak idi. Kontrol ortadan kalkınca o zaman kırılganlık kavramı ortaya çıkıyordu. Bununda toplum algısı “zayıflık” idi. Ama öyle olmadığını bilimsel verilerle kavrayıp Access ile dönüştürdüm.
En zor kısmı ise benim için kelimelerle durumu ifade etmekti. Brené Brown’un videosunda dediği gibi: sevdiğin birisine alacağın cevabın ne olduğunu bilmeden “seni seviyorum” demek. Bu ilk günler için asla mümkün değildi. Ama geçen sürede, değiştikçe mümkün olabilmeye başladı. İlk denemem ailem ile gerçekleşti. Anneme ve babama “beni sevdiğinizi biliyorum ama bana bunu söylemediğiniz için, sarılmadığınız için, kucaklamadığınız için bu bilgiyi içselleştiremiyorum. Bana nasıl destek olabilirsiniz?” dedim. Bu ilk denememdi ve karnıma ağrı girdi. Çünkü duygunu, talebini ortaya koyarken tek bir koşul var; YARGI, BEKLENTİ, SONUÇ ODAĞI yok. Sadece kalbindeki durum var ve bunu kelimelere dökebilmene ihtiyaç var. Annem dondu kaldı, babamın beden dili bozuldu ve gözleri doldu. Bir anda hepimiz kendimizi konforsuz ve saçma hissettik. Annem: bu söylediklerini yapmayı hiç bilmiyoruz, bize yapılmadı ama ihtiyacın varsa tabi deneriz. Sadece bir günde olmaz bu dediğin biliyorsun değil mi? dedi. Hafif şoktaydım. Annem gibi mesafeli ve ciddi bir kişilikten “olur” cevabı gelmişti. Demek ki ben kendimi olumsuz bir akışa hazırlamışım. Çok büyük bir farkındalık ânıydı. Zihnimin hayatımı ne kadar zehirlediğini fark etmek.
Ertesi gün sanki bambaşka birisi gibi kalkmıştım yataktan. Biraz yorgun ama güçlü, kalbi geniş, özgür ve uçma isteği vardı. Hayatımın en güzel sabahlarından birisiydi. Bu süreç içselleştikten sonra hayatıma daha da akış geldi. Konforsuz zamanlarım oldu. Konforlu zamanlarım da. Ama arkası sonsuz özgürlüktü hep.
Uzunca bir süre beraber olduğum ve farklı ülkelerde yaşadığım erkek arkadaşıma “hayatımın bir parçası olur musun?” sorusunu sorduğumda “buna hazır değilim” dedi. Nehrin kenarındaydım; üzüldüm, onun yanında ağladım, kalbim kırıldı ama ruhum hafifti. Sonra iyileştim, iyileşince farkındalığım değişti. Daha da özgür oldum. Aradan 2 sene geçti ve bana geri dönüp “aramızdaki şey çok değerliymiş, şimdi buna hazırım” dediğinde artık başka bir Aysun’dum. “Her şey çok güzeldi ama artık başka bir yerdeyim” derken gülümsedim, kalbim ısındı. Hayata teşekkür ettim. Oysa eskiden olsaydı “işte geri geldi” diyerek bunu zafer olarak görürdüm 🙂 Ne ironi değil mi?
Devam eden zamanlarda yaşadığım başka bir ilişkimde ve her şeyin nefis olduğunu düşündüğüm bir anda bana “sen benim için ulaşılması zor bir yerdesin, o yüzden sürekli savruluyorum ve mutsuz oluyorum” dediğinde yaşadığım ân daha normaldi. Daha akıştaydı. Cevabım ise; “o zaman doğru bir yerde değiliz çünkü ben zaten sadece bir insanım sen de öyle. Yani aynıyız. Herkes gibi.” Bence biraz uzaklaşıp bakalım neler olacak dedikten sonra yollarımız farklı yerlere gitti. Bu sefer üzüntü yerine sızı vardı, güzel anlar için gülümseme vardı . Gittikçe kırılganlığıma sahip çıkmak beni her zamankinden daha güçlü bir hale getirmişti. Seçimlerimiz birbirine uygun değildi; hepsi bu.
Bazı arkadaş ilişkilerimde “sen böylesin, seni kalbimin en derinindeki yerden seviyorum ve bu hiç değişmeyecek ama bu ilişkiyi sürdürmek benim için zor. Kimse kimse için değişmemeli, sadece akabilmeli ve akamıyorum” diyerek farklı yollara döndüm. Yani birisini sevmek, önemsemek, değer vermenin ifadesi sürekli onu desteklemek ve alma/verme dengesi dengede olmasa da sürdürmek değil, özensiz akışlar içinde kalmak değil. Bunu da öğrendim…
Bugün ise, sonucun ne olacağını bilmeden kalbini açmak, alacağın tepkinin ne olacağını düşünmeden ruhunu sergilemek cesaretin temel taşı ve orası gerçek SEN. Gerçek ruhunun ortaya koyduğu durum. Doğa gibi. Gökyüzü gibi. Evren gibi.
Seni sonsuz özgürlüğe götüren yol. Brené Brown’un sözleriyle bitirmek istedim..
“Kırılganlık zor ve korkunçtur; tehlikeli gelir. Ama hayatımızın sonlarına gelip kendimize şunu sormak kadar zor, korkunç ve tehlikeli değildir, “ya kendimi göstermiş olsaydım? Ya seni seviyorum demiş olsaydım? Gösterin kendinizi. Görünün. Cesaret çağrısına kulak verin ve bu sürece girin. Çünkü buna değersiniz.”
Cesur olmaya değersiniz…