Hayatın akışında yani sokaklarda, kafelerde, alışveriş dükkânlarında, otobüslerde, metroda ve aklımıza şu anda gelmeyen her yerde birbirimize rastlıyoruz. Bu rastlantıların bir anlamı olmuyor. Zamansızlığın ya da öyle öğrendiğimiz bu kavramın telaşesi içinde bir koşuşturma, yetişme formu içindeyiz. Gerçekten öyle mi? Sorusunu sorduğunda da ispat enerjisi ve ihtiyacı ile onlarca sebep sayıyoruz. Kendimizin bile inanmadığı 🙂
Psikoloji dünyasında 6 yaş kişilik oluşumunun tamamlandığı dönem olarak tanımlanır. Bu yaşa geldiğimizde aslında tamamlanan şeyin büyük bir kısmı bize ait olmayan, içine geldiğimiz resimdir. Genetik olarak ebeveynlerden gelen bir aktarım, atalardan gelen DNA kodları, doğum sonrası ailenin çocuk büyütme yaklaşımı ile yansıttığı davranış kalıpları, hayatı okuma terminolojisi, duygu, düşünce, his kalıplarının aktarımı gibi bir dönem. Bunun üzerine sizin hayatı okuma eğiliminiz, zekânız ve sahip olduğunuz yetenekler gelir ve çoğu SİZ olmayan birisi olursunuz.
Okulda arkadaşımızı seçerken sahip olduğumuz bakış açısı karakterimize göre ve aile yönlendirmesine gelişen bir durumdur. Eğer “yaramaz olan ve öğretmenini dinlemeyen çocuklardan uzak dur” diye bir uyarı ile okula adım attıysak seçimlerimiz buna göre gelişir. Yaramaz olmanın altında da bakılması gereken birçok durum vardır. Herkese özel olan eğilimler gibi… Sonra ilköğretim bu yönlendirmelerle biter ve çoğu konuda sizin olmayan bir yetkinin şemsiyesi altında yüzlerce şeyi yapmış olursunuz. Dikkatinizi çekerim; öğrenmiş olursunuz demiyorum, yapmış olursunuz. Seçim yapmak, deneyimlemek, fikir paylaşmak, anlama eğiliminden uzak bir yaklaşım olduğu için sizin adınıza karar veren bir yetki akışı altında ilerlersiniz.
Sonra üniversite hayatı başlar. Bazılarımız bu süreç başladığında bu zincir-komuta etkisinden koparız. Kendimizi bulmak istediğimize karar veririz. Savrulmaya başlarız, mevsimler gibi… Fark ettikçe o zamana kadar yapılan seçim ve kararlara dönüp bakıp farklı olmayı denemek isteriz. Bu oran ülkemizde az olsa da son beş yıl içinde gittikçe çoğalıyor. Hatta son iki senedir çalışmaya başladığım 7-16 yaş aralığındaki kesimde sürecin artık öyle olmadığını gözlemliyorum. İstediklerini bir şekilde dile getiriyorlar ve kural, zorunluluk, baskı ile bir seçim yapmaları söz konusu değil. Bu sevindirici olsa da daha çok yolumuz var.
Üniversite başladıktan sonra bunu fark edemeyip var olan yetki-komuta akışına devam edenler ise bu hayatta “Yetkisiz Yetişkin” olarak varlıklarını sürdürmeye mahkûm oluyorlar. Her karar aşamasında ebeveyn ya da hayatlarında var olan kişilere danışma ihtiyacı hissediyorlar. En kötü ihtimalle, etki altında kişiliklerinin alt yapısı olan “yetki” oluşumunun doğrulanması olarak kararlar veriyorlar. Bunun altında değersizlik hissi, özgüven gelişim ihtiyacı, kendini sevmeyi öğrenme yolculuğu ve duygu/düşünce/hislerin yönetiminden uzaklaşmak ihtiyacı geliyor.
Bunun dışındaki dünya nasıl olmalı? İnsanlık nereye doğru yürümeli? Deneyime dayalı, zihin yönetiminden uzak, realitenin farkında olarak yapacağımız seçimlerin bize farkındalık getirmesine gönüllü olabiliriz. Başarılı/başarısız kavram odağından çıkarak kendimizin potansiyelini fark edebiliriz. Bize söylenilene değil bizim kendimize ne söylediğimize odaklanabiliriz. Yüzlerce kitap okuyabiliriz, anlayabiliriz, çalışabiliriz, eğitim alabiliriz, insanları dinleyebiliriz. Ahkâm kesilmeleri seyredebiliriz.
Ancak gerçek olan tek bir bilgi var. Öncelikle, bu gelişimi gerçekleştiren her kimse her zaman egosunun farkında olan ve bunu sahnelemeyen kimsedir. Halk diliyle bir tür tevazu ruhundadır. Bu yolculukların kişiye özel olduğunun bilincindedir.
İkinci olarak da; evren hareketi alkışlar, enerji yalan söylemez. Var olan tek gerçektir…