Size anlatacağım kısa hikâye bir danışanımın yolculuğu… Senin yazıların bana ilham veriyor, benim sürecimi de kaleme döker misin diyerek başladı bu satırlar.

Canımızın sıkılmasına yol açan bir gökyüzü hareketi vardı ama neydi hatırlamıyorum. O gün sıkışık açtım gözlerimi sabaha. Oysa ki iyi uyumuştum. Değil seans yapmak güne tahammülüm olmadığını anlayıp seanslarımı erteledim. Düşünmek istiyorum olmuyor, meditasyon yapıyorum olmuyor, kendimi deniz kenarında buldum bir süre sonra… Çayımı içip dalgaları seyrederken telefonum çaldı. “Access Bars seansı almak istiyorum” tatlı ama daralmış bir ses tonu vardı karşımda. Çok okudum, araştırdım; her şeyi biliyorum, seans almak istiyorum dedi. Olur dedim, zamana bakalım dedim “yok bugün gelmem lazım” dedi. Durumumu anlattım ve daha iyi bir enerji performansımda çalışmanın daha iyi etki sağlayacağını söylesem de 2 saat sonra ofisteydik.

İlk seans hep tanıma, anlama, ihtiyacı tespit etme, kişinin kendini teslimiyetindeki seviyesi, bilinçli ya da bilinçli olmadan ve güven inşa etmek olarak akar. Bu sıra dışı bir seanstı. İlk seansta o kadar bilgi aktardı ki kendisi ve ihtiyaçları ile ilgili; biraz şaşkınlık geldi arkasından. Dedim ki; tespitler ve ihtiyaçlar farkındalığı nefis, bana nerde ihtiyacınız var? Dedi ki; her şeyi biliyorum ama yapamıyorum. O yüzden size ihtiyacım var.

İlk seans arkasından itibaren değişimler standartların üstünde idi. Her önerimi uyguluyor ve yapıyordu, gayet çalışıyordu. Kısa sürede sıkı bir yol aldık. Bazı arkadaşları hayatından çıktı, aile ilişkisi daha iyileşti, iş yerindeki stres seviyesi çok azaldı ve iyi gidiyorduk. Ancak en başından beri fark ettiğim bir şey vardı; ancak bu konu sadece DANIŞAN hazırsa ve zamanı gelmişse konuşabileceğiniz bir konu idi. Karşılıklı her seansta aslında o konuşulmamış konuyu enerjetik olarak konuşuyorduk.

Bir seansın sonunda: “Ciddi yol aldık kısa sürede, bugün için daha fazla neye ihtiyacın var? Merkezinde olmana engel olan o kritik blokaj nedir? Sence oraya bakmalı mıyız? dedim ve “hazır değilim” dedi. Sonra 3 ay görüşmedik ancak Whatsapp’tan danışma ihtiyacı olduğu zamanlar yazıştık, eğlendik, güldük vs. O artık hayatın genel akışı ile eğlenebilen, herkesin stresi ve öfkesinin kendisi ile alakalı olduğunun çok farkında ve zaman kavramını zayıflatan bir kadındı. Daha seksi, daha neşeli, bedenine bayılan nefis bir kadın olmuştu. Ama o blokaj orada duruyordu ve biz sessizce bunu biliyorduk.

Sonra bir gün telefonum aralıksız çalmaya başladı. Seanstayım ve cevap vermem mümkün değil. Abartısız 10 dk civarında aradı. Endişelendim, hiç tavrı olmayan bir hareketti. Yeni başlamıştı seansım… Danışanımdan izin isteyip “seansa en baştan başlayacağım bana beş dakika müsaade edebilir misiniz?” dedim. Telefonu açtığında zorla nefes alacak gibiydi. Sana hemen gelmem lazım dedi. Ben ise gün bitimim neredeyse akşam 22.30 olacak ancak o saatten sonra görüşebiliriz dedim ve geldi.

Hiç konuşmadım. Kapıyı açtım ve içeri girdi. Mutfaktan bir bardak su aldı. Her zamanki yerine oturdu ve başladı anlatmaya: “6 yaşındaydım, çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, ailecek görüşüyorduk, evcilik oynarken baba rolü olduğunda hep mutsuz oluyordu ve ağlıyordu. Bana sarılıp “babalar kötü değildir, bazen istemeden kötü şeyler yaparlar, ama biz yine de onları severiz” gibi cümleler söylüyordu. 6 yaşında ne anlayabildiysem onu anlıyordum. Sonra bir gün annelerimiz beraber pazara gidip bizi evde bıraktılar. O’nun babası işten erken gelip bizimle ilgilenecekti. Tabi ki nerden bilebilirdik ki neler yaşayacağımızı? Babası elinde dondurmalarla geldi ve oyunumuza dahil oldu. Biz hastalarıydık; o da doktorumuzdu. Sonra sizi muayene edeceğim diyerek anlayamayacağımız şeylere dahil olduk.

Duygum kötüydü, ağlamak istiyordum ama niye ağlamam gerektiğini bilemiyordum. Kaçmak istiyordum ama niye kaçmam gerektiğini bilmiyordum. Sonra bir daha o eve hiç gitmedim, ağladım, bağırdım, arkadaşımı da hiç görmedim. Yıllar sonra sanırım 15-16 yaşındaydım, her şeyi aileme anlattım. Travmamın derinleştiği gün o gündü. Kimse bana inanmadı. Bugün baktığımda “onlara kızgın değilim; senin sayende”. Yaptığımız çalışmalarda bana “hayatı nasıl okumam gerektiğini öğrettin, travma dediğim şeyin tanımını nasıl değiştirebileceğimi öğrettin, minnettarım, hayatımı geri aldım” dedi ve sonra bu yaşadığı şey için yapılması gereken çalışmaları yaptık. Yaşadığı olay “cinsel taciz” idi. Ben rehberdim ve bu işin başarısının yarısı bana aitti geri kalanı ise ona. Güzel insana…

Toplumsal yapımızın çarpıklığı içinde var olmuş ve var olmaya devam edecek olan talihsiz bir travma şekli. Ama bitebilir, değişebilir, kurtulabilir, yeni bir kimlik yaratabilirsiniz… Yapmanız gereken sadece bunu değiştirmeyi istemek. Sonra doğru kişi karşınıza çıkıp bunu değiştirmenize rehberlik edecektir.

Dünyadaki her şey bir bakış açısı. Travma, dram ve kötü duygular zihnin oyunu. Bundan kurtulmayı öğrenebilir miyiz? Evet. İlla bir spiritüel öğretiye mi tutunmak lazım? Hayır.   

Kendimizi bulmak, seçmek ve merkezimizde olmayı istemek lazım. Daha huzurlu, daha şükür ederek, daha fazla gülümseyerek gelen günlerin artması dileğimle… Eyvallah…