Ne zaman bir şeyi hallettim desem, önüme tekrar geliyor. “Bu işin fıtratı bu, hiç hallettim demeyeceksin” dedirtmek ya da “Emin misin?” demek için olsa gerek…

Tam bu blog yazımı yazdığım sıralarda ana lisans eğitmeni olduğum Access Consciousness öğretisinin kurucusu Gary Douglas’ın “kutunun dışına çıkmak” isimli bir telekonferansı vardı. Videosunu seyrettikten sonra “çok şükür hallettiğim şeylerden birisi, almama gerek yok” dedim. Komik değil mi? Neyse… Spiritüel dünya yolculuğuna 2009 yılında başladıktan sonra her aldığım öğreti, öğrendiğim bilgiler hep bana “çok şükür bunu da gördüm, yüzleştim, şimdi çözebilirim” dedirtti. Zaman içinde ise bunun sonu olmadığını da öğrendim.

6 ay önce iki hafta sürecek ve iki ayrı ili kapsayacak bir projeye başladık. Projenin sahibi ise enerji dünyasında mentor olarak gördüğüm ve yeteneğine yürekten inandığım bir terapist ve fasilitatör. Uzun süren beyin fırtınaları, görsel çalışmalar, iletişim planları, insanların bu alanı fark etmeleri için konunun doğasına uygun tüm akışlar, hepsi planlandı ve gün geldi çattı.

Enerji ve beden odaklı çalışmalar yapılan sınıflarda fasilitatörün devleşmesi ona sağlanan alan ile ilgilidir. Ona etrafındaki en ince detayı fark etmesini sağlayacak kadar berrak, pür, kusursuz alan sağlarsanız o da sınıfın içinde öyle devleşiyor. Nerden mi biliyorum? Bilmiyordum, tamamen akış ile öğrendim.

Sınıfın içinde devleşti; her bedenin her noktasını algıladı. Her insanı tek tek fasilite etti (kişilerin sorduğu sorulara onlara kendi cevaplarını buldurmak üzere izlenilen teknik). Enerjiler ile oynadı; bedenler ile oynadı. Bir ara en uzak köşede kendimi duvara yaslanmış onu seyrederken buldum. Orkestra şefi gibiydi. Zaten o da benim gibi bir Maestro. Ama gözlemlediğim, gözlemlerken bu kadar derin alanda olduğum ilk maestro deneyimimdi. Bir yandan onu seyrediyordum bir yandan da sınıfta değişim geçiren insanları. Değişik bir şeydi gördüğüm ve hissettiğim, tam olarak ne olduğunu anlayamıyordum ama hiç bitmesin istiyordum. Maestro alanından seans yaparken bazen enerji dalgalarını, renklerini, şekillerini görme şansınız olur. O frekanslar sizi evrende tanımsız yerlere bağlar ve siz o noktadan sonra kişi ile beraber bir yolculuğa çıkarsınız. Biz de bir yolculuğa çıkmıştık ancak tam olarak bilemiyordum nereye gittiğimizi.

Projenin içinde farklı içeriklerde sınıflar vardı. İlki beden sınıfı idi. Bu size anlattıklarım orada gerçekleşti. Arkasından, enerjiyi kullanarak iletişimi anlatan bir sınıf yaptık. Sabah güne merhaba dediğin andan itibaren hayatının her anında kullanabileceğin 7 anahtar veriyordu. İnanılmazdı; kendi kendime düşündüm, nerelerde ve ne zaman sıkıştığıma dair örnekler bulmaya çalıştım. Her bir bulduğum örnekte mutlaka bu egzersizlerden biri çözümüm oluyordu. Bu sınıfta da bir şeyler olmaya başladı bedenimde, bilişimde, zihnimde, beynimde. Kelimesini ancak şimdi bulabildim “Kutularımın dışına çıkıyordum”.

Diğer sınıf ise bizi bir gezegene doğru götürüyordu: Adı Altın Gezegen olan. Altından bir gezegen ve insanların sadece düşünerek yaratabilme yetenekleri ile yaşadığı bir gezegen. Her şeyi sadece düşünerek, fiziksel olarak gerçekleştirmeye davet etmeleri üzerine oluşturdukları realite içinde yaşayan bir gezegen. Ki çok yakın bir zamanda seyrettiğim “Arrival” filmi bu gezegeni hayal edebilmem için bana gerekli olan öngörüyü vermişti. Sonra bu sınıftaki bilgi ile yolculuğa çıktığım enerji alanında bir anda kendimi orada buldum, kısa bir süreliğine bile olsa. Her şey pür, her şey ajandasız, her şey gerçek, her şey sadece yaratım. Sadece an var; sadece neşe var, sadece ben ve yarattıklarım var.

Sonra bir anda kendime geldiğimde fark ettim ki bu realitedeyim. Ama orada olmak istiyorum. O zaman niye bu kadar etkilenmiştim. Neden bu kadar hayal kırıklığı yaşamıştım? Neden nefesim kesiliyordu? Neden ağlamak istiyordum? Neden herkes mutlu değildi? Neden herkes birbirine nazik değildi? Birbirimize bu kadar kaba olmayı neden seçmiştik? Bize bu realitede öğretilenlerin dışında bir dünya olduğunu neden bu kadar geç öğrenmiştim?

Arkasından koşarak eve gittim. Dakikalarca sıcak suyun altında ağlayarak bu yaptığım yolculuğu içselleştirdim, realiteye dönüşümün hayal kırıklığını attım üstümden. Sonra kendime bir kahve yapıp sakinleşip “burada bana katkı olan ne?” diye sormaya başladım. Neden kendimi sıkışmış hissediyordum? Size bu yazıyı yazdığım dakikalarda cevaplarım geldi. O yüzden de kelimelere döküyorum.

Eğitimler, sınıflar, enerjiler, alanlar sizi hep olmak istediğiniz yerde tutuyor. Eğer bu ritme uzun aralar vermeye başlarsanız realite sizi sünger gibi içine çekiyor. Hiçbir zaman yola çıktığınız zaman ki gibi olmuyorsunuz ama kesinlikle bir modifiye ihtiyacınız oluşuyor.

Kendim ile ilgili “kutularımın dışına çıktım” dediğim nokta; realitenin beni yutmaya çalıştığını fark etmediğim alandı. Yani; bir öğretinin ana lisans eğitmeni olmak ve ona çok inanmak başka bir şey yapmamam gerektiğini bana öğretmişti. Çünkü bu öğreti bir sihirdi ve insanların geleceğindeki birçok kurtuluş burada olacaktı. Bunu görmüştüm; buna inanmıştım ve başka bir şey olmamalıydı hayatımda. İşte kutum!!!

Kendimi bu kutuya hapsedip dışarıya gözlerimi kapamıştım. Oysa ki şu anda hayatlarını değiştirmek üzere ilham olduğum tüm insanlara sahip olduğum donanımların birleşimi ile yardım ediyorum. Onlara gösterdiğim şeylerin içinde bildiğim her şey var.

Neden başka bir şey yaratamayım? Neden bunun dışına çıkmayım?  Ya da çıkmayabilirim. Bu seçimim olabilir; ama niye bu bana beni sınırlandıran bir şey gibi hissettirsin. İşte bunu fark ettiğim anda başka bir Aysun oldum. Bakışım, fikrim, konuşmam değişti. Sessiz kaldım birkaç gün. Nefes almamı kontrol ettim. Gerçekten ne yapmak istediğime baktım. Yaratmak istediklerimi düşündüm. Kutunun dışına çıkmak ne demekmiş? Algıladım.

Güneş tutulması da benim burcumdaydı ve bu da bana bir mesajdı. Güneş’e baktım, göremedim, gözlerimi kapayıp hissetmeye çalıştım. Sonra da esen rüzgâra kendimi bıraktım.

Evren’e, Yaradan’a binlerce, milyonlarca kez şükrederek… Hiç bitmesin bu yolculuk!!!
Kalın sağlıcakla…