Bu sabah kalktığımda, rutin işlerimi hallettiğim sırada bir yandan da telefondan Facebook iletilerime, günlük post edilen yazılara bakıyordum. Çok sevdiğim bir arkadaşım ekşi sözlükten alınma bir yazıyı post etmiş. Yazının konusu da başka bir günün konusu olabilir tabii. Ama burada anlatmak istediğim kısım; beni çok derinden etkileyen bir cümle. Aslında çok uzun süredir tespit ettiğim ama cümlesini bulamadığım bir durumun adlandırılmasıydı. On yıl süren evliliğimin arkasından gelen boşanmanın üzerinden tam üç yıl geçmişti. İlk yılımda şu andaki mesleğimin dönüşüm evrelerini yaşadığım eğitimleri almak üzere elimde bavul dünyayı geziyordum. O yüzden kadın-erkek ilişkileri, erkeklerin bakış açıları, kadınların ilişkiler dünyasındaki yeri gibi bir sürü kavrama bakma gereği duymadım. Önce kendime bakmam gerekiyordu. KİMDİM? Aslında kim olmak istiyordum? Bana ait olanlar ve olmayanlar nelerdi? Bugüne kadar sürdürdüğüm hayatın ne kadarı benim, ne kadarı başkalarının idi? Bu sorulara bir nebze cevap bulmalıydım ki, yeni Aysun olarak özel hayatımda ne isteyeceğime karar verebileyim. İkinci sene; yeni Aysun filizlerini atmış, minik minik yaprak vermeye başlamıştı. Şimdi onun bakıma, büyümeye ihtiyacı vardı. Güneş, su, hava, sevgi, huzur, neşe, olmazsa olmaz farkındalık ve kendi olmak. Bunların önemli ölçüde olan kısmını artık içimde bulmuştum ve daha fazlası için Bundan daha iyi nasıl olur?* sorusunu soruyordum. Sonra, asıl Ben’i bulunca sıra “Artık yalnız olmamalıyım” düşüncesine geldi. Farkındalığımı, keşfettiğim hayatın bu muhteşem tarafını birileriyle de paylaşıp çoğaltmalıyım duygusu sardı her tarafı. Her sabah kalktığımda “bugün o gün” diye uyanıyordum, hala da öyle uyanıyorum 🙂 Sonra bana ilgi gösteren, benim ilgi gösterdiğim erkeklere bakmaya başladım; ne yaşayabilirim, ne kadar yaşayabilirim diye. Bu dönemde benim değerlendirmeme göre oldukça uzun sürdü. Derin hisler hissettiğim iki deneyimim oldu. İkisinde de yaşadığım şey aynıydı; sanki karşımda iki farklı insan vardı. Birisi benimle bu hayatı en müthiş dinamikleriyle yaşamaya hazır ve paylaşılanın “az bulunur cinsten” olduğunu söyleyen, diğeriyse “Ben bunun derinleşmesinden çok korkuyorum ve bir an önce kaçmalıyım” diyen kişi. Ne yazık ki ikisi de aynı insanı temsil ediyordu. Bunun dışındaki gözlemlerimin ise büyük çoğunluğunda da bu vardı. Kariyer sahibi kadınlar, bağlanmaktan kaçan Issız Adam’lar. Evliliklerinde sevgiyi, neşeyi kaybetmiş, bulmak için çocuk yapmış, ama çare olmamış çiftler. Birbirleriyle iletişimi yok olma noktasına gelmiş beraberlikler, yalnız kalma korkusundan sürdürenler.

Sonra düşünmeye başladım. Günümüz neslinin ilişkiler dünyasını bu perspektiften anlamaya çalıştım. Ne olmuştu da, ne ara olmuştu da ilişkiler buraya gelmişti.

Öğrenilen “ilişki” kalıpları o kadar yozlaşmış, o kadar kendinden vazgeçmeni isteyen kalıplarla doldurulmuş ve içi boşaltılmıştı ki; başka bir şeklin var olduğuna kimse inanmak istemiyordu. Bırakın inanmayı, denemeye bile cesaretleri kalmamıştı. Oysa çok basit. İşte bugünkü yazıyı okuyunca bu resmin cümlesini buldum. “Sevginin bağını, bacağa geçirilmiş pranga zinciri zanneden bir nesil var dışarıda” Sonra anladım ki konu; ilişkiler dünyası değil. Kendini içinde bir yerlerde özgür hissedemeyen, bir başkası ile de özgür hissedemez! Kendiyle yalnız kalmaktan mutlu olmayan birisi, yanında birisi varken de yalnız olmayı başaramaz, alan açamaz. Mutluluğu, varlığın anlamını hep “birisinin olmasına” bağlar. Oysa ki insan, tüm bunları kusursuzca yaşayabilir. İnsanların kendinden vazgeçmiş olmaları, başkalarının hayatlarını yaşıyor olmaları, “el âlem ne der?” korkusunun yaptırımları ya da içimizdeki korkuları gözümüze soka soka istemediğimiz şeyleri yaptırabiliyor güçte olmaları. Sistemlerin, “mecburi” diye anlattıkları şekliyle öğrenme süreçlerindeki eksiklikler. Aslında her şey Stefano D’Anna’nın anlattığı gibi çok basit.

“Sıradan insanların gözünde, gözü kara ve risk alan biri olarak görünse dâhi bütünlük ve sağlam inanç kılavuzluğunda ilerleyen kişiye “kurtuluş bilinci” her zaman eşlik eder. Bu doğruluğa sahip olan kişiye hiçbir şey saldıramaz ve O’nu başarısız yapamaz. Her koşulda, hatta en umutsuz olanlarda bile her zaman bir çözüm bulur. Olaylarla koşullar onu hep haklı çıkarır, çünkü çözüm kendisidir.”

Bir gün gelip hayatta her şeyi kendiniz için daha iyi hale getirebilecek tek gücün sadece KENDİNİZDE olduğunu fark etmeniz dileğimle…

*Bundan daha iyi nasıl olur? Access Consciousness® öğretisinin mantra sorularından birisi, belki bir gün size de bunu anlatma şansım olur 🙂 Başka neler mümkün? (Yine mantra sorularımızdan birisi)

DİĞER YAZILAR