Sevgili Dr. Joe Dispenza “Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak” kitabında diyor ki; Bugün ne düşündüğünüz yarın nasıl yaşayacağınızı belirler.

Hayatımızı yaşarken öğrendiğimiz yaşamsal kuramlar ve onların bizi yönlendirmesi ile ilerliyoruz. Beyin, beden, zihin ve kendimiz. Bu kavramların hepsi biziz, ancak hayat ilerlerken devreye bazen zihin, bazen beden, bazen beyin bazen de öz halin giriyor. Hepsi oyunun bir parçası. Aynı futboldaki gibi. Bazen birisi kaleci diğeri libero, bazen birisi bek, diğeri stoper olabiliyor. Sorsan bu rollerin içeriği nedir? Bilgim sıfır 🙂 Ama kavramları biliyorum. O da bir şey 🙂

Bu kavramlardan zihne ait olan bir eğilimi anlatmak istiyorum; Affetmek ya da affedilmek… Bu kavrama birçok perspektiften bakabiliriz. İnanç, psikoloji, sosyal bilim vs. Ancak benim anlatmak istediğim, kişinin kendi hayatında nasıl ortaya çıkmasına ihtiyacımız olduğu kısım. Bunu anlatmaya başlamadan önce çok önemli bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Dünyanın evrimleşmesi ile beraber, bilgilerin, öğretilerin, kavramların, inançların ve insanların da evrimleşmesi söz konusu. Yani 1900’lü yıllarda “özür dileyip, bağışlanmayı istemek” anlaşılabilir ve gerçekleşme ihtimali yüksekken, 2018’de oluşacak durum bizi daha farklı bir resme götürebilir. Nedenine bakmak istersek; teknolojinin gelişimi ve dünya dinamiklerinin zorlaşması, hayat kavramının daha karışık ve içinden çıkılması zorlaşan bir yapıya doğru ilerlemesi, insanların mutsuzluktan hızlıca sıyrılmak istemesi, genel olumsuzluğa eğilim vs. derken 1900’lü yıllara kadar naif bir bakış açısı olmadığının farkında olmalıyız.

Bir kişi, olay ya da konu ile ilgili başa çıkamadığımızda önümüze getirilen şey “affetmek” eylemidir. Bunun gerçekleşmesi süreci kolaylaştırır (kişi daha kolay hayatında ilerler diyen bir yaklaşım). Bunu yapabiliyor olmak için konu ya da kişi ile ilgili köklere bakma ihtiyacı ilk adımdır. Yani aile; sonra din, kültür, toplum, eğitim, medya ve genlerin koşullandırmasında saklı olan bilgilerde dahil olmak üzere ortaya bir algoritma çıkar. Karşılaştığımız resmi değiştirmek için bize daha iyi hizmet edebilecek paradigmalara ihtiyaç vardır. En güçlü olanın “affetmek” olduğunu tespit eder, yola çıkarız. Diyelim ki 34 yaşındasınız ve babanız ile çözemediğiniz bir problem var ve bu tüm hayatınıza yansımış. Ait olma duygusu eksik, cesaret kendini sürekli gösteremiyor ve güven duygusu yeterli değil; çünkü rol model olan baba ebeveyn gelişimi sırasında görevini tamamlayamamış. İlk bu noktaya bakıldığında kişinin duygusu tespit edilir. Genelde öfke, sonuca odaklılık ve eleştiri ilk sıralarda gözlenen duygular. Eğer baba ile fiziki olarak süregelen bir ilişki varsa bu yolculuk daha kolay seyredecektir. Fiziki olarak görüşülmüyorsa ya da artık hayatta değilse konu biraz daha çözüm dinamiği zor bir süreci içerir. Önce kişi kendi karakteri ve hayatındaki seçimleri ile ilgili tespitlere başlar. Bu ilişkinin kendi özü üzerindeki etkisi ile yüzleşir. Yüzleşme sırasında süreç farkındalıkla yapılıyor ise nerelerin daha iyi yapılandırılacağına bakılır. Eğer farkındalık yok ise sürekli duygu ve his boşalması olur. Burada da zihnin eğilimi olumsuzu öne çıkarmaktan yanadır. Aynı iki yüzlü politikacı gibi. Hem negatif duyguyu besler “babana kızmalısın, öfkelenmelisin, farkına olmalıydı vs.” dedirtir diğer taraftan da “bunu çözmek istiyorsan affetmelisin; o senin baban şöyle de olsa, böyle de olsa” der. Zihin krallığının gücü, kendilerine sonsuzluk yemini eden şövalyelerinin gücü ile doğru orantılıdır. Bu güçte kişinin farkındalığı ile değişkenlik gösterir. Farkındalık geliştikçe şövalyelerin gücü azalır, etkisi kaybolma sürecine girer.

Bu yaklaşım benim bakış açımla artık eski bir araç. Affetmek denilen eylem kişinin kendini kandırması ya da hallettiğine inandırması için kullanabileceği gerçek olmayan bir davranış. O zaman soru şu. Peki bu durumda ne yapılmalı?

Ebeveyn olmak, her yüzyıla, her kuşağa göre bir davranış ve doğrular haritası içeriyor. Amaç ise hep aynı: çocuğunu korumak ve geleceğe hazırlamak. Oysa ki ihtiyacımız olan hayata karşı bir duruş geliştirebilmesine destek verecek bir yaşam yapılanması sağlamak. Doğru, yanlış, başarılı, başarısız kavramlarının ana dinamiğinden çıkıp kendi olması ve ne istediğini bulmasına rehberlik etmek. Yaptığı davranışlar ve seçimleri ile ilgili öneride bulunmak ve zarar görme ihtimallerini ona gösterip yol almasını sağlamak. Bu günümüzün ihtiyacı. Daha önceki kuşakların yapılanması ise “yapılacaklar” ve “yapılmaması gerekenler” olarak ilerliyor. Neden mi? Kendi ebeveynlerinden aldıkları patern bu. Deneyimledikleri bu. Bildikleri bu kadar. Dolayısıyla bilmedikleri bir şeyi size sunma şansları yok. Yani ortada AFFEDİLECEK bir durum yok. Sadece yaşanılan zamana ait olan FARKINDALIK ve bilgi seviyesi var.

En önemli kısmı ise; birisini affetme duygusunu hissetmeniz için önce kişiyi yargılamalısınız. Bir sonuç ile suçlamalısınız. Yani enerjinizi sıkıştırmalısınız. Sonra da bir açıklama bulup bilgiyi değiştirerek enerjinizi genişletip sorunu çözdüğünüzü hissettiğinizi sanırsınız. Sıkışıklıktan nefes almaya geçen bir akış olduğu için “konuyu hallettim” zannedersiniz. Yani zihinden onay alırsınız. Oysa ki bilinç düzeyinde sadece bir süre için konuyu ertelemişsinizdir. O zaman yapılacak şey nedir? Affetme ihtiyacı duyduğunuz kişi ile ilgili tüm bilgilerle karşı karşıya gelip (buna yüzleşmek deniyor ki bununda enerjisi yargı ve manipüledir) bu bilgilerin farkına varıp, o anda bunları içselleştirme sürecine girebiliyorsanız girip, daha zamanı değil diyorsanız sonra dönüp bakmak üzere bir yere koymalısınız. Bir yere koyduğunuz bilgi de yavaş yavaş size “farkındalık” enerjisi verir; orada olduğunu bilirsiniz ve bir süre sonra olgunlaşır. Hazır olduğunuzda da; “tamam anladım tam da resim bu, her şeyin farkındayım ve ilerlemeye hazırım” dediğinizde zaten farkındalığınız o kişi ile ilgili tamamen değişmiş ve dönüşmüştür. Ayrıca hepimizin eşit olduğu bu dünyada nasıl bir üstünlüğümüz var da bir başkasını affedeceğiz. Bunu söyleyen ego bilişiniz değil; uyanın. 

Yani ne mi yapmalıyız? Onu bağrımıza basmalıyız. Sevmeliyiz. Varlığımız için şükretmeliyiz. Dünyaya gelmemize aracı olduğu için şükran duygumuzu sunmalıyız. Eğer yaşadıklarımız için ona söyleme ihtiyacında olduğumuz duygular var ise ve bunları söylemek istiyorsak; içine yargı, eleştiri, suçlama ifade eden kelimeler katmadan cümleler kurmalıyız.

Örn: Baba bazen düşünüyorum da keşke çocukluğuma dönebilsek ve beraber top koştursak. Nefis olmaz mıydı? Suratımızda gülümseyen bir ifadeyle. Duygusu ise şu: bunu yapmak için vakit geçmiş olabilir ama hadi gidip deniz kenarında yürüyelim 🙂 Erkek erkeğe laflayalım.

Her eyleminizi, cümlenizi, duygunuzu buna uyumlayarak yapmaya çalıştıkça şövalye arenaya çıkamayacak. Kılıcı ve elbisesi hep bakımlı ve hazır olacak ama kullanılamayacak. Ve bir süre sonra da görevini unutma noktasına gelecek. Aynı kullanılmayan bir eşyanın zaman ile yıpranarak işlevselliğini yitirmesi gibi…

Zihinde şövalyeler bitmez. O her zaman buna hazır olarak yapılandırılmış… O zaman karar vermeliyiz; Bu hayatta kral ya da kraliçe olmaya karar vermek sana mı ait olmalı yoksa zihne mi? Unutmayın, krallıklar yüzyıllar boyunca gücü elinde tutabilen insanların yönetiminde varlığını sürdürmüştür.

O zaman güce sahip olan kim? Kurallar kimin kalemiyle yazılacak? Kendi yaşam senaryonu yazmaya hazır mısın? Var olan her şeyin farkındayım. “Zaman” ve “olması gerekenler” kavramlarının hepsine sahibim. Şimdi yeni sayfamı yazıyorum.

İzninizle…