Hayatın içinde olmak ne demek? Tam merkezinde olmak? Kendi özünde olmak? Özünü bulmak? Yargıdan uzaklaşarak yaşamak, eleştiri yapmadan, sonuç beklemeden bir şeye başlamak. Birisine vereceği cevabı hiç önemsemeden “Seni seviyorum” diyebilmek (ailende dahil olmak üzere). Sadece olmak ve akmak.
Son yıllarda insanoğlunun yolculuğu “Kişisel Gelişim” adı altında evrim geçirmeye başladı. Yukarıda bahsettiğim sorulardan ya da bunlara benzeyenlerden birisine denk gelindiyse. Bu evrimleşme herkesin dünyasında farklı seyrediyor. Bilgi kişinin algı seviyesine göre değişiyor. Hayatına uygulama kısmının sonucu “güvenli alandan çıkma cesareti” seviyesine ve uygulama oranına göre değişiyor. Tabi ki bu kadar basit değil. Binlerce, yüzbinlerce detay ve dinamik var. Her elmasın işlenme sürecinin değişimi gibi… Her insan bir mücevher, keşfedilmeyi, işlenmeyi bekleyen…
Bu soruların peşine düştükçe bırakmaya başlıyorsun. Aramaya başlıyorsun. İçinde hep “biliyorum çok yakınımda ama nasıl ulaşacağımı bulamadım” diyerek. Oysa o kadar yakınında değil, zaten O SENSİN. Aradığın SENSİN. İçinde; parmağınla dokunma mesafesinde. O zaman neden bana bu kadar uzak bildim? Sorarım bu soruyu. Evrenin kurulma düzeni bu. Dünyada gücün, politikanın, para yönetiminin, ülkelerin stratejilerinin kurulması bunun üzerine. İnsanlar kendini ve özünü bulursa kimleri yönetecekler? Hiç kimseyi. O zaman sistem yürümeli. Kimse uyanmamalı.
Kocaman bir yılı bitiriyoruz ve ne yaptığımıza bakmadan. Otomatik pilottan işler gibi. Bir şeyleri kaçırmıyoruz, istediğimiz her şeye istediğimiz zaman sahip olabiliriz. Kaçan, geç kalınan, vah, tüh kelimelerinin içi boş. Ne zamansa o zaman. Sarkaç gibi gelişiyor ülkemde evrimleşme. Muhafazakarlıktan çıkanlar dejenerasyon vizyonerliğe, özgürlüğü kısıtlı ortamdan çıkanlar başkalarının alanını suistimal edecek derecelerde özgürlüğe koşuyorlar. Bu da evrimleşmenin bir parçası. Daha duyarlı olsak nasıl olur acaba? Metroda yolculuk yaparken bedenimizin alanının farkında olsak; oturuyorken oturduğumuz alanın yan koltuklara taşmamasına özen göstersek; sıra beklerken bir bayan var ise ona nezaketen yer versek; yolda yürürken kalabalık oluştuğunda bayanların hassasiyetini fark edip öncelik tanısak; erkek olma dünyasının duygusunu güç gösterisi yerine centilmenlik, nezaket ve büyük yürek sahibi olmak duygusu ve olgusu ile değiştirsek.
Aile ilişkilerimizde geçmişte yaşanan her şey için “karşılıklı farkındalığımızın getirisi” olduğunu anlayacak seviyeye gelebilsek ve içselleştirebilsek. İş yerindeki ilişkilerimizde karşımızdakinin mutsuzluğuna işaret etmek yerine katkı sağlayacak geri bildirimler ve akışlar yaratsak. Kadın-erkek ilişkilerinde, kadın dünyasının hassas ve nezaket odaklı erkek dünyasının ise daha analitik ve bilgiye ihtiyacı olan bir akış içerdiğini öğrensek ve uygulasak. Sizi duyar gibiyim; Zaten öyle yapıyoruz. Korkarım ki hayır; yaptığınızı zannediyorsunuz. Biz buna Sosyal Sezgi eksikliği diyoruz. Bilimsel açıklaması: beynin fusiform girusun bölümünün düşük aktivasyon seviyesi ve amigdalanın yüksek aktivasyon seviyesinden kaynaklanıyor. Anlayacağımız açıklaması ise; beyine ait bu iki parçanın kafasının karışıklığı bunu üretiyor. Bu nasıl düzelir? Ya da değişir? Zihnimizi her geçen gün daha çok susturarak.
Bazen aklıma geliyor ve gülümsüyorum. Küçükken tüm dünyanın tanıyacağı bir dansçı olma hayallerim vardı ya da binlerce insanın alkışlayarak ayakta karşılayacağı bir sanatçı. Hayal kurmak ne kadar kolay ve saf idi. Sahnede olmanın özgürlüğünü sezerdim; imrenirdim. Dünya şampiyonası buz pateni yarışmalarını nefesim kesilerek seyrederdim. 1984-1988 yılları arasında dört defa tek bayanlar dünya şampiyonu olan Katarina Witt, kaç defa dünya şampiyonu ve Wimbledon şampiyonluğu var bilemediğim Martina Navratilova, Steffi Graf. Aklıma gelmeyen ama iz bırakan birçok erkek ve kadın; her alanda.
Teknoloji gelişiyor, anlıyorum, biliyorum çünkü bir teknoloji bağımlısıyım; hayatımı kolaylaştırdığı için. Dijital dünya ilerliyor farkındayım, internet gittikçe her alanda genişliyor ve insanları tembelleştiriyor; sürecin çıktısı bu. Artık iz bırakmak ya da bilinir olmak için internet ortamına ihtiyaç var ve onsuz olmuyor, bu da doğru.
Ama biliyor musunuz ya da farkında mısınız bilmiyorum. Bunların hepsini yapan insan. Yani ruhu olan, kalbi çarpan, duyguları olan, sevilmek istenen, sevmek isteyen, dokunmak isteyen, dokunulmak isteyen, gülmek isteyen, gülümsetilmekten mutlu olan insan. Yani biziz. Sadece bu gelişen dinamiklerde bunları daha çok hatırlamaya ihtiyacımız var. Bırakın şikâyet etmeyi, katkı yaratmanın yoluna bakın. Sorunlar hep var, kötü yönetimler hep var, ekonomik kriz hep var. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada. Tarihe bakın, farklı şekiller ve versiyonlar bulacaksınız.
Hayatımızın kıymetini bilmek için neye ihtiyacımız var? Kendi odağımızın önemini anlamak için nasıl bir farkındalık sahibi olmalıyız? Ama ve fakat kelimelerini azaltmak için neyi görmeye ihtiyacımız var? Geleceği bırakacağımız çocukların gelişimi için seçimimiz “çoğalma” mı? Yoksa “ebeveyn” olmak mı? Bunları öğrenmek için neler yapabiliriz? Sıvayın kolları…
Her şey elimizin altında. Sadece bakmaya ihtiyacımız var. Bunun içinde niyet etmek ve karar vermek gerekir. Evren hareketi alkışlar, söylemleri değil…
Tıpkı parmak izlerimizin eşsiz olması gibi eşsiz hayatlar yaratabiliriz. O an şimdi olabilir. Eyvallah…